Jw1jXmY. Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki “Şeriat kavlim, tarikat halim, hakikat Re’sülmâlimdir”. Yani Allah’la ahdim üzere şeriate uyarım fakat şu andaki halim Allah’a giden yol üzerinde istikrar üzere oluşumdur. Varacağım nokta ise Hakikat’tir çünkü bu bana ezelden nasip olmuştur. Şeriatte kısas vardır. Tarikat fiilin Hak olduğunu bilir ama vasıtayla da ilgilenir. Hakikat vasıtadan geçmiş, Allah’ı ile meşguldür. Mârifet ise halkta Hakkı görmek derecesine ermek demektir. Tarikatın icabı sükûttur, fiilin Hakk’tan olduğunu bilen nasıl konuşur. Şeriatte helâl olan tarikatte haram, tarikatte helâl olan hakikatte haramdır. Meselâ kısas şeriatte helâldir, tarikatte haramdır. Hz. Ali der ki “Sen bana haramdan geç dedin ben ise helâlinden de geçtim”. Tarikatın ilk basamağı şeriattır. İlâhî hükümlerin kul tarafından îfâsını emredici kanun demektir. Hakikat ise tarikatın üst seviyesidir. Demek ki tarikat şeriatten hakikate varan yoldur. Hakikatle kuvvetlenmeyen şeriat ve şeriate bağlı olmayan hakikat makbul değildir. Tarikat; şeriatın meyvesi, hakikatin ağacıdır. Tarikatte kutup makamına gelen kişi şeriat, tarikat, mârifet derecelerini geçmiş, seçilmiş, beğenilmiş ve sâfiyet kazanmış olursa bu 7 makam, 4+3, Fâtiha’nın 7 âyetine, insanın cemâlinde olan 7 işarete, ayrıca ateş, hava, su ve toprak ile akıl, ruh ve nefse işarettir o vakit devrin sahibi olur. Onun için Peygamber Efendimiz "beni gören Allah’ı görür, kim ki Allah’ın velisine ihanet ederse Allah’a ihanet eder" buyurmuştur. Şeriat, tarikat, hakikat, mârifet sadece insanın geçirdiği evreler değildir. Dünya ve tabiat yani madde de bu devreleri geçirir. Şeriat deri, tarikat et, hakikat kemik, mârifet iliktir. Şeriat ilaç, tarikat ilacı yutmak, hakikat ise hastalığın geçmesidir. Şeriat meşale, tarikat yol, hakikat varılacak yerdir. Şeriat ilimdir, tarikat ameldir, hakikat o amelin semeresidir. Şeriat gemi, tarikat deniz, hakikat oradaki incilerdir.
Eskiden “Lacoste” çok matah bir markaydı. Hani timsah logosu olan.. Lakin pahalı! Neyse ki uyanıklar sahtesini ürettiler. Kapalı çarşıda kolayca bulunurdu. Ama bir yıkamada renginin akması mı dersin, kumaşının kaşındırması mı dersin, en kötüsü de anlayanın bir şekilde giydiğinin sahte olduğunu çakmasıyla rezil olmandı. Bir anda “çakma” olmaklığının anlaşılmasıyla alay konusu olurdun. Ama kimsenin aklına bu sahtecilikten dolayı “Lacoste” firmasını dava etmek gelmedi. Ne yapsınlar, markaları seçkin olduğu için kopyalanıyorsa onların suçu mu? Denetlesindi devlet, herşey ortadaydı zira.. Hakkına tecavüz edilen marka, sahtesini üretene dokunulmazsa, utanmadan alıp giyen umursamazsa, itibarı mı kalır ortada? Hadi kaldı diyelim kaliteli maldan anlayanlar sağolsun, bi de üstüne sahteleri üretiliyor diye orijinal markanın suçlandığını ve yasaklandığını düşünün; olan esas o ülkenin, o düzenin itibarına olmaz mı Dünya’da. Haramlığı bir yana, belki de o sahte ürünün kanserojen falan olma ihtimali öte yana; katmerli rezalet… Bu örneği siz alın Tasavvuf kurumlarına uyarlayın!Tabi bence mesele bu kadar masum da değil. Yeni bir Dünya düzeni tasarlayanlar, bu düzenin oluşması için kendininkiler dışındaki tüm ideolojilerin ya yok olmasını ya “tukaka” edilmesini ya da içinin boşaltılıp kendi ideolojilerinin birer uydusu olmasını istediler. Din açısından; öncekiler insan nefsiemmare yönünde dönüştürüldüğü ve bütünlükleri zedelendiği için inen Muhammedi İslam da aynı yönde dönüştürülmeliydi. Kuru kuruya şekli bazı unsurların, içi boş ritüellerin kalmasında sakınca yoktu; zulümle, küfürle mücadele ruhu baş hedef oldu, ve gönülleri fetheden kültürü.. Dünyevi ve nefsani putlar inşa etmenin ve bunları pazarlamanın önündeki en önemli engel emperyalist güçler sömürü hedeflerindeki bir çok ülkede dinin özü olan Tasavvuf ekollerinin, yani tarikatlarınHakka giden yol anlamında büyük direnişini kırmanın önemini kavradılar ve elleri sıvadılar. Bir koldan sahteci paralel tarikatlar oluşumuna destek veriliyor, diğer koldan gerekirse siyasi erk satın alınıp direnç gösteren köklü tarikatların üzerine baskı kuruluyor, ajanların tüm şeyhlerin ne yemeyi ne yapmayı sevdiğine kadar fişlemesiyle bunlar ya satın alınmaya çalışılıyor ya şantaj vs hatta suikast yöntemleriyle hallediliyordu. Bunun yerine de “piyasa”ya sürekli “new age” sözde manevi gelişim alternatifleri sunuluyor, propaganda araçları projenin diğer önemli ayağını oluşturuyordu.. Bu, bilhassa coğrafyamızı ve hinterlandını etkileyecek şekilde uzun zamandır devam eden bir süreç…Anlayacağınız, “Kapitalist Dünya Düzeni”nin sebep olduğu sorunlara, acılara panzehir olabilecek bir öz kültür pınarımız bu şekilde kurutuluyor. Meselenin bu günlere gelmesinde elbette kimi Tasavvuf müntesibinin de payı, en hafifinden ihmali var. Hakk yol ihmali, hafifliği kabul etmiyor. Lakin gerekli olan yasaklamalar değil “ıslahat”tır. Nasıl ki sağlık sektöründe, hukuk alanında olabilen yozlaşmalar bu sistemleri tümden lağvetmekle hallolmayacaksa.. Tasavvuf öğretisi ve bu öğretinin uygulandığı kurumlar acilen koruma altına alınmalı, kalan ehillerinin sistemi ıslah etmesinin yolu açılmalıdır. Çünkü Tasavvuf, Din-i İslam’ın iyi ahlakla, gönül eğitimiyle ilgili olmazsa olmaz bir saç ayağıdır. Akaid, Fıkıh, Kelam vs yanında… Değil mi ki ruhsuz ceset topraktan ibaret, irfansız ilim akla hakaret! Tercih bizim..Eğer tercihimiz nefsimize uydurulmuş bir dinse boşverin bu söylediklerimi, sadece şekli yapmayı yeterli görüyorsanız ibadetleri, önemi yok. Ahlakta incelik, edep, perspektif, vera, takva, gönlün masivadan temizlenmesi, Hakk’a ve sevdiklerine, başta Resulullah’a ve Ehli Beyt’ine, veli kullarına muhabbet demode kalıyorsa varlık tahayyülünüzde diyecek bir şey yok. Ya da ben herşeyi zaten kendi başıma da hallederim diyorsanız binlerce yıllık kültürel birikime, kurumlarına sırtınızı dönerek, sağlam bir silsileyle günümüze intikal eden himmet kanallarını hiçe sayarak, yol yordam beğenmeyerek, vesilelere vefa göstermeyerek, rehbersiz, birlikteliği öteleyip bireyselliği yücelterek; Allah selamet versin! Veya din zaten işlevsizdir sizin için ama manevi gelişim arzularsınız; o halde ister felsefeye takıl, fal baktır, nevi zuhur guruların peşine düş, bir pop ikonunu idolleştir, hayat koçlarına para yatır, ister alışverişe çık, psikoloğa git, seanslara katıl, uzaylılarla konuş, meditasyon yap, koyu takım taraftarı ol, kendini bir hobiye kaptır.. Bunlar serbest, neredeyse denetimsiz, ruhani çıktıları bir kenara kimse sizi yaftalamaz, ama “tarikat” dedin mi mesele.. Aslında bu bahsettiklerimin hepsi adeta neo-tarikatmanevi yol olmuşlar da, maksat bahane…Tüm bu saydıklarımın yanında bir de esas -maalesef sorun olan- “Tarikat” kılığına girmiş oluşumlar var, bugünlerin gündemi haklı olarak. Ve insana, İslam’a en büyük zararı veren bunlar. Çakma “tarikat” etiketleriyle “orijinal marka”nın itibarını zedeliyorlar, alternatif yol arayanlara haklı gerekçeler sunuyorlar, gelenekten kopuşumuza kılıf uydurulmasının vesileleri oluyorlar; “rantiyye kültleri”.. Bunları görenler bir de medyanın -negatif- “tarikat” yaftalamasıyla kemikleşen anlam kaymasını gerçeği yerine koyarak işin ehline de şüpheyle bakıyor, kimi de toptan buğz ediyor. Zaten İŞİD benzeri örneklerle bu, İslam’a karşı yürütülen bir taktikti; aynısının farklı versiyonu.. Kötü örneğin örnek olmasının önü tez elden alınmalı! Mesele enine boyuna tartışılmalı…Tartışılıyor da! Ama ne yazık ki bazı sıkıntılar göze çarpıyor; meselenin tartışıldığı programlarda nedense konunun birinci derece muhatabı olması gereken, içini dışını, esasını, tuzaklarını bilen gelenekten Tasavvuf ehli zatlara pek yer verilmediği görülüyor. Daha ziyade Tasavvufu, “tarikat” kavramını, erkanını ya tam anlamamış ya yanlış anlamış aleyhinde kimselerle sorun tartışılıyor. Üstelik kimi de akademik “titre”ünvan sahibi.. Bazısının konuşmalarından kendilerinin bildiğimden bambaşka bir İslam anlayışında olduğunu anlıyorum. Nursuzlar, gönlümü kıpırdatacak, muhabbet uyandıracak bir halleri de yok, lakin malumat çok. Konuları bağlayamıyorlar, gereğince anlamlandıramıyorlar, ukalalıklarından geçilmiyor ve “Kuran’a uyun” dediklerinde bakıyorsunuz aslında “Kuran’dan benim anladığıma uyun” demekte, iddiacılar. Bunların bir kısmı ortamı boş bulduklarından mı sivrilmişler, ortamlarında kendilerine takipçiler edinmişler, açıktan şeyhleri eleştirip kendileri çaktırmadan ehliyetsiz şeyhlik etmedeler, bıraksan herkese nizam verecekler. Sanırım statükolarını korumak peşindeler, gayrimeşru bağlantıları varsa yahut kurumlarında kadrolaşma olayına da girmişlerse şaşılmaz. İnsana “demek akademik tarikatlar da oluşmuş bu boşlukta” diye düşündürüyorlar.. Sanki İslam’da “dinde zorlama yoktur” ilkesi yokmuşçasına, dinin doğru anlaşılması yetmezmişçesine, dini sürekli başka “daha üstün” kavramlarla denetlemek gereğini savunabiliyorlar, “laiklik, mürid, mürşit, teslimiyet vs” kavramlarını saptırabiliyorlar, “rönesans, reform”dan bahsediyorlar, denetleme mekanizmalarını işlerine geldikleri gibi tarif etmeye kalkıyorlar, kah tekkeleri müzeleştirmeye, folklorik bir yapıya indirgemeye kalkıyorlar, bir şekilde hep kötü örnekler üzerinden korkutuyorlar… Sonra ayıkla pirincin taşını. Yazık, bunlar böyle kimi irşad edebilirler? Kendilerinden elimden geldikçe feyiz almaya çalıştığım değerli alimlerimizi, akademisyenlerimizi, saygıdeğer hocalarımı ve konuya hakkını veren medya kurumlarını tenzih ederimVelhasıl her halükarda Allah’ın dediği olacaktır. Bu konu daha çok su kaldırır. Bakarsın biz bunlarla uğraşırken Batı’damesela merkezi Portekiz olan bir alternatif “çatı din” kuruluverir. Biz “İslam zaten çatıdır” desek de isteyen kafasına göre takılır, herkes istediğine tapınır tabi katılmayan çağdışı kabul edilip ayıplanır, asimilasyon mekanizması hızlanır. Yeter ki yönetişim piramidinin tepesindeki klanların düzeni devam etsindir. Ne yapalım, zorla değil ya, demokrasi varbize “ucundan acık” olsa da, fakir vazifemi yaparım keyfime bakarım; hidayete erdiren Allah’tır, günün sonunda çakmasıyla hakikisini ayırır! Entel Hadi Entel Hakk!Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİSon not Başlığa aldığım dize Yunus Emre Hazretleri’ne aittir. Onun gibi, İbn-i Arabi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi zatları kültürünün temelinde sayan bir medeniyetin, onların yolunun -adı nasıl anılırsa anılsın- ebediyete kadar devam edecek yol olduğunu bilmesi, sahip çıkması, halkın kültür, eğitim/öğrenim ve bilgilenmesinde sorumluluk sahibi olanların da -Allah rızası için- yakışan hassasiyetle davranması, en nihayet yöneticilerimizin bu hayati konularda gerekli ihtimamı göstermeleri temennimdir; bizi rehbersiz bırakmasınlar vesselam..
Severim ben seni candan içeru, yolum vardır bu erkândan içeru. Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru **** Beni bende demen, bende değilem, bir ben vardır bende benden içeru. Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru **** Süleyman kuşdili bilir dediler, Süleyman var Süleyman’dan içeru. Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru **** Kesildi takatim dizde derman yok bu ne mezhep imiş dinden içeru Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru **** Dinin terk edenin küfürdür işi bu ne küfürdür imandır içeru Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru Murat Belet Sitemizde sanatçıya ait toplam 20 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Allahü Teala “Nefsini temizleyip arındıran tezkiye eden kurtulmuştur” A’la, 14 buyurur. Peygamberimiz “Şeriat kavlim, tarikat halim, hakikat Re’sülmalimdir.” Yani; Allah’la yeminim üzere şeriate uyarım ama şu andaki halim Allah’a giden yol üzerinde istikrar üzere oluşumdur. Ulaşacağım nokta ise Hakikat’tir çünkü bu bana ezelden verilmiştir. “Mü’minin kalbi Allah’ın evidir; mü’minin kalbi Allah’ın arşıdır; mü’minin kalbi Allah’ın aynasıdır; mü’minin kalbi Allah’ın hazineleridir” buyurmuştur. Yani; Allah’la yeminim üzere şeriate uyarım ama şu andaki halim Allah’a giden yol üzerinde istikrar üzere oluşumdur. Ulaşacağım nokta ise Hakikat’tir çünkü bu bana ezelden verilmiştir. Şeriatte kısas vardır. Tarikat fiilin Hak olduğunu muhakkak bilmektedir ancak vasıtayla, vesileyle de ilgilenir. Hakikat vasıtayı geçmiş, sadece ve sadece Allah ile meşguluyettir. Marifet ise halka baktığında Hakkı görmek mertebesine ermek demektir. Tarikatın gereği susmaktır, eylemin Hakk’tan olduğunu bile bile nasıl konuşur. Bazı mefhumlar vardırki Şeriatte helal olan tarikatte haram, tarikatte helal olan hakikatte haramdır. Örnek verecek olursak kısas şeriatte helaldir, tarikatte haramdır. Hz. Ali der ki “Sen bana haramdan geç dedin ben ise helalinden de geçtim”. Şeriatte doyduktan sonra yemek israftır. Tarikatte ise, doyuncaya kadar yemek israftır. Hakikatte, kifayet miktarını AllaH’ın huzurundan gafil olarak yemek israftır. Marifette de, bütün bunlara ilaveten nimetlerdeki ilahi tecellileri idrak etmeden yemek israftır. İsraf ise haramdır Tarikatın ilk merhalesi şeriattır. İlahi hükümlerin kul tarafından gerçekleşmesini emredici kanun demektir. Hakikat ise tarikatın bir üst seviyesidir. Demek ki taRikat; şeriatten hakikate varan yoldur. Hakikatle güçlenmeyen şeriat ve şeriate de bağlı olmayan hakikat geçerli değildir. Şeriat hakikatin zahiri, hakikat ise şeraatin batını olup, şeriatsiz hakikat makamı bulunmaz. Hakikate ulaşabilmek için hakikat denizine dalmak gerekir. Hakikatte ikilik yoktur; bu makamda kişi, kahrı ve lutfu bir görür. Tarikat; şeriatın meyvesidir ve hakikatin ağacıdır. Tarikatte kutup makamına gelen kişi şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini geçmiş, Allah tarafından seçilmiş, değer verilmiş ve asfiyalardan olmuştur. Bu 7 makama sahib olmak demektirki; 4+3, FatihA’nın 7 ayetine, insanın cemalinde olan 7 rumuza, ateş, su, hava ve toprak ile akıl, ruh ve nefs’e işaret etmektedir. İşte o zaman marifet ehli Kutbu-l evliya, devrin sahibi olur. O nedenle Peygamberimiz “Beni gören Allah’ı görür, kim ki Allah’ın velisine ihanet ederse Allah’a ihanet eder” Hadis-i kudsi olarakta; “Kim benim velime düşmanlık ederse ona harb ilan ederim,…”buyurmuştur. Şeriat, tarikat, hakikat, marifet sadece kul’un geçirdiği evreler değildir. Kainattaki her şey bu evreleri geçirmektedir. Şeriat derimiz, tarikat et, hakikat kemik, marifet iliktir. Şeriat ilaç, tarikat ilacı kullanmak, hakikat ise hastalığın tedavi olması, marifet ise hepsine rıza göstermektir. Şeriat ışık, tarikat yol, hakikat varılacak yer, marifet o yere ulaşılma sebebidir. Şeriat ilimdir, tarikat ameldir, hakikat o amelin semeresi, marifet neticesidir. Şeriat gemi, tarikat okyanus, hakikat oradaki mücevHerat, marifet ise o cevherlerden alınan menfaattir. Şeriat bir ağaç, tarikat onun dalları, hakikat yaprakları, marifet de meyveleridir. Mesnevi şerhinde buyurulur “Kelam sahibi olan Allah cc, bulutun kulağına bir sır söyledi, gözünden su tulumu gibi yaşlar boşandı. Gülün kulağına bir sır söyledi; onu renk ve rayiha koku saltanatıyla güzelleştirdi. Taşa bir sır söyledi; onu maden içinde akik etti. Yani latif sıfatıyla tecelli edip buluttan su akıttı, gülü güzelleştirdi, taşı da kıyMetlendirdi. İnsan vücuduna da bir sır verdi; o sırrı muhafaza eden marifet ehlini sonsuzluğa yüceltti. İlahi alemden ilham alan bu Hak dostları, cisimden kurtulup Hakk’a yakınlığın sırrına erdi.” Marifet sahibi bir Allah dostu derki ; “Hiç şüphesiz ki bu sırlar, farklı tecelliler halinde marifete medar olan muhabbet sırrıdır. Muhabbet sırrı ki, her şeyin kemali ve güzelliği onun feyizli ikliminde gizlenmiştir. Yüksek seviyedeki Allah dostlarında zati muhabbet tecellileri kesifleşir. Zati muhabbet, bir kişinin bir faniyi gayr-i iradi sevmesi ve bir aşk bağlantısı kurmasıdır. Bu muhabbet mecazidir. Hakiki zati muhabbet ise Rabb’e bu tür bir meclubiyet ve O’nda fEna olma halidir.” Yunus Emre ne güzel söylemiştir. Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat ma’rifet andan içeru Evvel kapu şeriat, geçse andan tarikat Gönül evi ma’rifet, ışk hakikat içinde Bu dört menzildür utan, ledün makamın tutan Oldur menzile yiten, tamam murad içinde Marifet ehli kimse, Cenab-ı Hakk’ın niteliksiz ve niceliksiz olarak bir olduğunu kavrayarak muvahhid-i kamil olur. Allah’ın dışındakileri terk ve marifetullah, nefy ve isbattan oluşan kelime-i tevhidin manasında gizlidir. Burada nefy, terk-i nefstir; isbat ise Allahü Teala’yı marifettir. Yani kişi “la ilahe” demekle mal ve makam sevgisini içinden çıkarıp terk ederek nefsi tarafını tamamlamış ve “illallah” demekle de içi nurlanıp zevk ve şevk hasıl olarak marifetullah müyesser olmuş ve kendi yaratıcısını bilerek isbat tarafını tamamlamış demekTir. İşte böylece kelime-i tevhidi ihlasla zikreden kimseye cennet vacip olur. Nitekim buna işaretle Peygamberimiz “Halis ve muhlis olarak la ilahe illallah diyen kimseye cennet vacip olur” buyurmuştur. MARİFET HAKKA MUHABBETTİR. ÖLMEDEN ÖNCE OLMAKTIR. HAK YOLUNDA PİŞMEK VE YANMAKTIR SON MERTEBE “LİKAULLAH” MERTEBESİDİR. Derleme
ŞERİAT, TARİKAT VE HAKİKAT ALPEREN GÜRBÜZER Yunus ne güzel ifade etmiş şeriat ve tarikatı ''Şeriat, tarikat yoldur varana Hakikat meyvası andan içeri'' Yunus'un deyişlerinden de anlaşıldığı gibi, tarikat yoldur. Öyle bir yol ki Allah'a giden bir yol. Aslında Allah'a ulaşmada hem şeriat hem de tarikat gâye değil vasıtadır. Eğer vasıtaları gayeleştirirsek Allah'a ulaşmak bir yana gaflete düşme tehlikesi vardır. Allah Resûlü SallAllahu aleyhi ve sellem İslam nedir sorusuna cevaben ''Namaz, Oruç, Zekat, Hac ve Kelime-i Şehadet'' demiştir. İman nedir sualine ise ''Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere hayır ve şerrin Allah'ta geldiğine inanmak iman etmektir'' diye beyan buyurmuşlardır. Yine Peygamberimize SallAllahu aleyhi ve sellem ihsan nedir diye sual ettiklerinde ''Allah'a, O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni muhakkak görür'' buyurarak tasavvufa işaret etmiştir. Çünkü, tasavvuf ihsanın içindedir. Tekrar sual ettiler; ''Ya Resulullah SallAllahu aleyhi ve sellem bize kıyametten bahset'' Allah Resulü SallAllahu aleyhi ve sellem ''Bu meselede sorulan, sorandan daha alim değildir'' buyurdular. ''O halde kıyamet alametleri nelerdir?'' Bunun üzerine Allah Resulü SallAllahu aleyhi ve sellem ''Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir'' buyurdu. Bu sualleri soran zat gidince yanında duran sahabeden Ömer ibnul Hattab'a dönerek ''Ya Ömer! O sual soran zatın kim olduğunu biliyor musun?'' dedi. ''Allah ve Resulü bilir'' dedim. ''Gerçekten O Cibril'dir. Size dininizi öğretmeye gelmiş buyurdular. Yukarıda zikredilen karşılıklı soru cevap ilişkisinden çıkaracağımız ders ''İman-İslâm-ihsan'' üçgenidir. Bir insanda iman ve İslâm olur da, ihsan olmazsa o insan eksiktir. İhsan, öyle Allah'a ibadet edeceksin ki sen O'nu görür gibi ibadet etmek demektir ki, bu hal çok az bir insanın yapacağı durumdur. İslam; itaat ve ibadettir, iman ise hem nur hem de kuvvettir. Allah'a görür gibi amel etmek tasavvuf dairesine girer. İslam-İman-İhsan üçgeni Allah'a ulaşmak için üçünün bir arada olması gereken ölçülerdir. Cümle meşayih İslam, iman ve ihsan üçleminden hareket etmişlerdir. Tarikattan maksat, Allah'ın rızasını kazanmak ve O'na vasıl olmaktır. Hacı Bektaşı Veli'nin Allah'a Celle Celaluhu ulaşmada anlattığı dört kapı sırasıyla - Şeriat - Tarikat - Marifet -Hakikattir. Bu mertebeleri aşmayan Allah Resulü'nün SallAllahu aleyhi ve sellem tarif ettiğ ihsanı tasavvufu anlayamaz. Onun için Allah dostları tasavvuf ilminin kal söz ilmi olmayıp, aksine hal yaşayarak idrak edebilecek ilim olduğunu beyan buyurmuşlardır. Allah'ı görür gibi ibadet etmenin adıdır tarikat. Yaşayan bilir, yaşamayan ise bilmez. Tıpkı balı tadan ile tadmayan bir kişinin hali gibi. Şeriat'ın lugat manası kurallar manzumesi, yani İslam'ın dış kurallar kabuğu. Şeriat zahire hükmeder derken, dinin dış uygulama yönünü anlarız. Dinimizin dış vechesini kavrayabilmek için İslami ilimleri tahsil etmemiz gerekiyor. Genel hatlarıyla İslamın oniki ilmi, şeriatı ortaya koyar. Tefsir, kıraat, hadis, fıkıh, kelam, mantık, siyer, sarf, nahiv, belagat ve mezhebler tarihi gibi bir dizi ilimler şeriat kapsamındadır. Hakk'a giden yolda şeriat, tarikat, marifet ve hakikat basamakları yaşadıkça aşılıyor. Her basamağı aşmak için de - İlmel yakin zahiri ilimler - Aynel yakin gözleme dayalı ilim - Hakkel yakin bizatihi hissedilen ve yaşanılan ilim hallerini bir bir geçmek gerekiyor. Elmayı tarif etmek ilmel yakindir, elmayı gözlemlemek aynel yakin, elmayı bizatihi ısırıp tadına varmak ise hakkel yakin halidir. Bütün bu mertebeler İslam ışığında gerçekleşir. Kur'an'ı Muciz'ül Beyân ve Sünnet-i seniyye İslam'ın temel iki kaynağıdır. Kaynağını Kur'an ve hadisten almayan her oluşum yıkılmaya mahkumdur. Hazreti Mevlana; ''Bir ayağımız sımsıkı şeriatte, bir ayağımızla dolaşırız yetmişiki milleti pergel gibi'' buyurarak bu gerçeği işaret etmiştir. Her şeyin başında şeriat gelir. Şeriat İslamın dış gözü, tarikat ise iç gözüdür. Dış ve iç gözün birleşmesi ile marifet doğar. Hakikat meyvasının kemala ermesiyle de marifet zuhur eder. Bundan dolayıdır ki, Arif Sehreverdi ve Beyazıdı Bestami Kuddisesurruh gibi büyük zatlar; ''Kim şeriatı tutup tarikatı bırakırsa fasık, kim de tarikatı tutup şeriatı bırakırsa zındıktır'' demişlerdir. İmam-ı Rabbani Kuddisesurruh yaşadığı dönemde şeriat ve tarikat tartışmalarına açıklık getirerek ikisinin de ayrı düşünülemeyeceğini, bir bütün olduğunu belirterek iç ve dış yüzün birliğini beyan etmişlerdir. Böylece tarikat ve şeriat çekişmelerine son vermiştir. İmam-ı Rabbani Hazretileri ikibin yılının Hicri ikinci binin müceddididir. Onun için O'na Müceddid-i El Fisâni-i denmiştir. Dine sokulan bid'atleri temizleyen zat... Tarikat-ı Âliyyeler ilhamını Kur'an ve sünnetten alır. Kur'an'ın ışığında en mükemmel yaşayış örneğini Allah Resulü göstermiştir. O'nun hayat tarzı Kur'an'a göre idi. Bundan hareketle Şah-ı Nakşibendi Kuddisesurruh'ye ''Sizin tarikatınız nedir? '' diye sorduklarında cevaben ''Bizim yolumuz edebtir ki... '' ''Sünnetleri ihya etmek ve bid'atlardan kaçınmaktır''. ''Her kim ki bunu işler bizim tarıkımızdandır'' diye buyurmuştur. Edeble Varış, Lütufla Dönüş. İ. Çetin. S. 72 ''Allah Resulü SallAllahu aleyhi ve sellem, Allah'ı görür gibi ibadet etme tatbikatını İhsan-tasavvuf Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali'ye meşreblerine uygun terbiye metotlarını öğretmiştir. Bu manada en büyük kılavuz rehber-mürşid Peygamberimiz SallAllahu aleyhi ve sellem olmuştur. Hazreti Ebubekir RadiAllahu anh meşrebi icabı, O Allah'a ulaşmada hafi gizli zikri esas almıştır. Bu yüzden gizli zikri tatbik eden tarikatlar Sıddık-ı Ekber'e RadiAllahu anh dayanır. Hazreti Ali'de coşkunluk mizacı ağırlık olduğu için, Allah Resulü O'na cehri sesli zikri telkin ederek bu yönde terbiye etmiştir. Cehri zikri uygulayan Kadiri, Rufâi gibi tarikatlar Hazreti Ali RadiAllahu anh'ye uzanır. Allah'a giden yollar görünürde farklı görünsede birleştikleri nokta tevhid gerçeğidir. Bir tarikatın tarikat olabilmesi için, Peygamberimiz'den başlayarak günümüze kadar uzanan silsile-i şerifesi olması gerekir. Sürekli devir-teslim geleneğinin olduğu meşayih halkası tarikat-ı âliyye'nin varlığını ortaya koyar. Eğer bir şeyh kendisinden sonra bırakacağı teslim edeceği şeyh yetiştiremezse, o tarikatın nisbeti kesilir. Nitekim bir çok tarikatlar tarihin belli dönemlerine kadar nisbetlerini ve şecerelerini devam ettirebilmişler ve daha sonraki evrelerde nisbetlerini devredemediklerinden dolayı silinip gitmişlerdir. Tarikatın en belirgin vasfı nisbetin devamı için yaşayan bir diri şeyhin varlığıdır. Şeyhin hakiki mi, yoksa sahte mi olduğunu anlamak için, kendisinden önce el aldığı şeyhin olup olmadığına bakılmalı ve daha da derinlere inerek Hazreti Ebubekir veya Hazreti Ali'ye uzanan silsile-i meşayih'in zincirinin varlığını görmek gerekiyor. Bunlarında ötesinde şeyhin yaşayışını Kur'an ve Sünnet-i Seniyye üzerine olması gerekir. Aynı zamanda hem zahiri ilimleri hem de batıni ilmi bitirerek halifelik icazeti alması lazım. Mesela Mevlana Halid-i Zülcenaheyn'e Kuddisesurruh gelen zincirden sonra aşağı yukarı Nakşibendi tarikatının bütün kolları Mevlana Halid'de birleşir. Kelimenin tam anlamıyla Nakşibendi tarikatının birçok kolları Mevlana Halid Zülcenaheyn'e uzanıp yollarına devam etmişlerdir. Halka ve zincirlerde kopukluk olmadığı müddetçe tarikat kolları yoluna devam edecektir. Mürid intisab ettiği şeyh hayattayken halife bırakmadan bu dünyadan göç ettiyse, başka kollarda hayatta yaşayan diri bir mürşide intisab etmeli. Çünkü, şeyhsiz tarikat devam edemez, ısrarla devam ettirilmeye çalışılırsa zamanla dejenerasyon olacak ve bozulma kaçınılmazdır. Mutlaka kılavuza ihtiyaç vardır. Şeyhsiz yola çıkan uçsuz bucaksız engellerle karşılaşıldığında şeytani mi yoksa rahmani mi olduğunu anlamak pek kolay olmasa gerek. Sapla saman karışınca türlü tevillerle doğru sanılan şeyler yanlış olabilir. Dinde olmayanlar dinmiş gibi lanse edilecektir ki, bu durum tehlikeli gidişin işaretidir. Sonradan ihdas edilen tarikatlar şeceresi olmadığı için birkaç kişi bir araya gelerek ''Biz de tarikat olduk'' diye medyatik oluyorlar. Şeyhsiz bu grupla bid'atlarla iç içe yaşayarak hakiki tarikat-ı âliyyelere de leke sürmektedirler. Düşünün ki iki çarşı var Çarşının bir bakırcılar ve tenekeciler çarşısı, diğeri de sarraflar çarşısı. Bakırcılar ve tenekeciler çarşısını gezen bir insan ses yankıları eşliğinde gezerken, bunca kopan gürültüyü şöyle yorumlar ''- Bu kadar ses olduğuna göre sermayeleri de çoktur.'' Oysa, tangur tungur sermayesizliğin işaretidir. Sarraflar çarşısında dolanan bir insan sessiz bir ortamda yürür ve şöyle düşünür ''- Hiç bir ses yok, ama sermayeleri de kazançları çok...'' İşte medyatik ve şova dayalı söz de t arikat diye ortaya çıkan grup ve sahte şeyhlerin durumu da tıpkı sermayesiz bakırcılar ve tenekeci çarşısına benzer. Medyatik olmayan ve her türlü şovdan kaçınan, manevi tasarruf ehli tarikat ve şeyhlerin durumu da sermayesi bol ve sessiz sarraflar çarşısına benzer. Gerçek şeyh, manevi tasarruf sahibidir. Özü, sözü bir olan, sükûtü metod edinen zatdır. Hali ve yaşayışıyla sünnet-i seniyye'ye uygun halde yaşar ve kılpayı da olsa sünnetten taviz vermemeye çaba gösteren gerçek Ehlullah'dır. Abdulhalık-ıl Gucdivani Kuddisesurruh, nefsini boş yere tüketmemeye ''Huş-der dem'' demiş. Sahte şeyhlerin en bariz özellikleri nefsini boş laflarla tüketmesidir. Hakiki Şeyh mecbur olmadığı takdirde veya kendisine sual tevdi edilmediği müddetçe konuşmaz, sadece İslâm dairesi içinde yaşama tatbikatı gösterir. Çünkü, çok konuşanın aklı azalacağı gibi, dini de azalır. Manevi tasarruf sahibi zat'lar her geçen gün daire ve halka oluşturur ve müridler O'na beyat eder. Nasıl ki Ashab-ı Kiram Allah Resulü'ne akabe beyatı yapmışsa, Mevlana Hazretileri Şems-i Tebriz'e, Yunus Tabduk'a, Akşemseddin Hacı Bayram Veli'ye beyat etmişlerdir. Mürşide intisab beyatla oluyor. İcazet almamış herhangi bir şahsiyet beyat veremez. Mutlaka mürşid silsilesi olması lazım. Tarikat mevzusunda yapılan tartışmalar farklı mecralara çekilerek hedef saptırılmaktadır. Şeriat, tarikat gibi kavramların tarifini yapmadan gayesini ortaya koymadan, tatbikatlarına bakmadan metodunu tesbit etmeden hüküm vermek abesle iştigaldir. Tarikat kavramını Allah Resulü'nün SallAllahu aleyhi ve sellem tarif ettiği ihsan çerçevesinde tarif edersek tarikat-ı âliyye'yi doğru zemine oturtmuş oluruz. Tarikatın metodu şeriate ve sünnete uyumlu 12 ilme, dayanıyorsa o tarikat eleştirilemez. Gaye olarak ''İlahi ente maksudi ve Rıdaike Matlubi'' Allah'ım maksadım sen istediğim senin rızanı kazanmaktır ölçüsünü düstur edinen, virdlerin belirli sayıda Allah adını zikretmek her dönümünde bu cümleyi lisanen söylerek her türlü riyadan kaçma tedbiri alan tarikatlara sözümüz olamaz. Tatbikatları ve gidişatları Kur'an ve Sünnet ışığında ise, bid'atlardan uzak kalıyorlarsa bu gibi tarikatlar baştacı yapılır. Şeriat, tarikat gibi kavramların hepsi birer vasıtadır, hiç bir zaman gaye değildirler. Allah'dan gayri her şey masiva'dır. Tarikat da masivadır. Masivalar sadece vasıtadırlar Allah'a gidilen yolda... Hıristiyanlar masivaları gayeleştirdikleri için, dejenerasyona uğradılar ve teslis inancını türettiler. Hazreti İsa Aleyhisselam'ya ulûhiyyet isnat ederek haşa Allah'ın oğlu dediler. Bazı sapık cereyanlar da günümüzde vasıtaları amaçlaştırdıkları için, aynı sapıklıklara düşerek kendini Peygamber görenler bile ortaya çıktı. Masivalara tapanlar kendilerini Mehdi gördüler. İlim'den nasibi olmayanlar, cehaletlerine birtakım insanları alet ederek fitne ürettiler. Sahte şeyhler, sahte mehdiler her devirde sahneye çıktı. Bugün de var yarın da olacak. Her ne kadar şarlatanlar cirit atsalar da, güneş balçıkla sıvanmayacağına göre metodu ilim olan tarifi ihsan olan, kabulü Kur'an ve sünnet olan, uygulaması şeriat çerçevesinde olan, gayesi ''ilah-i ente maksudi ve rıdaike matlubi'' olan her tarikat-ı aliyye haktır. Allah Celle Celaluhu kıyamete dek gerçek Peygamber SallAllahu aleyhi ve sellem varislerini eksiksiz göndermektedir. Peygamberlik kapısı Hazreti Muhammed SallAllahu aleyhi ve sellem ile son olarak kapanmış, ama evliya kapısı kapanmayacak kıyamete dek sürecek. İlmi ile amil olmuş Ehlullah her devirde irşad göreviyle mükelleftirler. Allah Resulü'nün SallAllahu aleyhi ve sellem yaşayışını düstur edinen ve sünnete ittiba eden her mürşid-i kâmil manevi yönden Peygamberimize haleftir. Yani enbiya'ya varistir. İster adına şeyh denilsin ister mürşid diye zikredilsin yeter ki gidişatı ve istikameti şeriat-ı garra üzerine olsun. Gökte de uçsa, deniz üzerinde yürüse de, birtakım olağan hadiseler gösterse de eğer sünnet ve şeriat istikametinde değilse mürşid denilemez, görülen o hallere de keramet değil, istidrac deriz. Müminin istikameti velinin en büyük kerametidir. Kaldı ki, gerçek Allah dostu keramet sevdasına kapılmaz, O'nun gayreti hep İslam üzerine yaşamak ve çabası Allah içindir. Asıl marifet şeriat ve tarikatı birleştirerek hakikata ulaşabilmektir. Allah Resulü'nün hayatında görülmeyen uygulamaları adet haline getirerek amele dönüştürenler olağanüstü haller gösterseler de istikamete erişemezler. Mürşid-i Kamil belli bir kesime değil, umuma şamil olmalıdır. Her kesimi kucaklayan mürşid irşad edicidir. Mürşid-i Kâmilin birçok alameti olmasına rağmen şu üç vasfın yaşayışında görülen hakiki Allah dostudur; birincisi O'nun mübarek huzuruna vardığın zaman, bütün gam ve kederlerin gider. İçinde bir ferahlık bir sevgi hasıl olur. İkincisi O'nun saadet getiren meclisinden hiç ayrılmak istemezsin. O'nun inciler gibi saçılan sözleriyle özünün aydınlığı ve sevgisi artar. Üçüncüsü O'nun hoş ziyaretine gelen büyüklerden, küçüklerden kim olursa olsun, padişah devlet başkanı-devlet yöneticileri dahi olsa elini öpmek zorunda kalır. Hayır duasını dilemekle de mesrur olur. Çünkü bu büyük zatın bütünüyle tutum ve davranışları Resulullah'ın gidişatına uygundur; Allah O'na Salat ve Selam eylesin. İşte anlatılan bu üç belirti, hangi değeri yüksek zatta; gösterişe ve işitsinlere kaçmadan görülür ve bilinirse... Hiç durmayasın. Hemen git, tam manasıyla teslim ol... Bkz. Miftahül Kulûp. Akpınar Yayınevi - M. Nuri Şemseddin – Hazırlayan Abdulkadir Akçiçek. Velhasıl sözün özü şeriat bir ağacın damarı gibi; tarikat kökü, hakikat ağacındalı, marifet de ağacın meyvesi gibidir.
şeriat tarikat yoldur varana ilahisi